Atatürk döneminde Türkiye; dış politikada (1923-1930 yılları arasında), önce Lozan Antlaşması ile ilgili sorunların çözümüne odaklanmış; daha sonra da (1930-1938 yılları arasında) Türk dış politikasını, Almanya ve İtalya’nın saldırgan ve yayılmacı Politikası karşısında alınacak önlemler şekillendirmiştir.
YABANCI OKULLAR
SORUNU
Osmanlı Devleti’nin verdiği kapitülasyonlardan yararlanan yabancı devletler Osmanlı topraklarında birçok okul açmışlardır. Bu okullarda Osmanlı Devleti’nin yeterince denetim hakkı yoktur. Bu yüzden eğitimden çok misyonerlik faaliyetleriyle meşgul olmuş ve ülkedeki azınlıkları devlete karşı isyana teşvik etmişlerdir. Osmanlı Devleti, yabancı okulların bu zararlı faaliyetlerini engellemek için birtakım düzenlemeler yapmış fakat başarılı olamamıştır.
Lozan Antlaşması sonrasında Türkiye, yabancı okullarla ilgili yasal düzenlemeler yapmıştır. Çıkarılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile yabancı okulların ayrıcalıklarına son verilerek bu okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Yabancı okullara Türk öğretmenler tarafından Türkçe okutulmak üzere tarih ve coğrafya dersleri de konmuştur. Ayrıca bu okullar, Türk müfettişler tarafından denetlenmiştir. Bu çalışmalar, uzun zamandır serbest hareket etmeye alışmış bazı yabancı okulları rahatsız etmiş olsa da Türkiye kararlarının arkasında durmuştur. Kurallara uyan yabancı okullar faaliyetlerine kontrollü şekilde devam ederken kurallara aykırı hareket eden okullar kapatılmıştır
DIŞ BORÇLAR SORUNU
Osmanlı
Devleti ilk kez Kırım Savaşı sırasında dış borç almıştır. (1854) Ancak alınan
borçların verimli kullanılamaması nedeniyle devlet, otuz yıl içinde borçlarının
faizini dahi ödeyemez hâle gelmiş ve iflas etmiştir. Bunun üzerine alacaklı devletler
bir araya gelerek “Düyûn-ı Umûmiye” adıyla bir teşkilat kurmuşlardır. Osmanlı
Devleti’nin başlıca gelir kaynaklarına el koyan bu teşkilat alacaklı devletler arasında
paylaştırmıştır.
Lozan’da Osmanlı borçlarının görüşüldüğü günlerde Atatürk, İzmir’de İktisat Kongresi’ni toplayarak Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını ve kalkınmasını sağlayacak politikalar belirlemiştir. Ancak Türkiye, 1928 yılında, Osmanlı Devleti’nden ağır bir borç yükü devralmıştır. 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin de etkisiyle Türkiye, bir süre borçlarını ödemekte zorlanmıştır. 1954 yılında son taksit ödenmiş ve Osmanlı borçları (1854-1954) kapatılmıştır.
MUSUL SORUNU
Lozan Barış Konferansı’nda üzerinde uzlaşılamayan konulardan biri de Irak sınırı ve Musul sorunudur. Lozan’da alınan karara göre sorun daha sonra Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle çözüme kavuşturulacaktır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Musul’u işgal eden İngiltere, zengin petrol yataklarına sahip bu yöreden vazgeçmek istememiştir.
TBMM, Musul ve çevresinin Misakımillî sınırları içerisinde yer aldığını belirterek İngiltere’nin bu isteğini reddetmiştir. İngiltere ve Türkiye arasında Musul konusuyla ilgili görüşmeler, 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da başlamıştır. Her iki devlet de Musul’un kendilerine ait olduğunu iddia etmiştir. İngiltere konuyu Milletler Cemiyetine götürmüştür. TBMM, Milletler Cemiyetinin adil bir karar vermesini ümit etmiştir. Türkiye, aleyhine bir karar alınması hâlinde Musul’u almak için Güneydoğu Anadolu’ya askeri yığınak yapmaya başlamıştır. Milletler Cemiyeti, Musul’un İngiliz mandası altındaki Irak’ta kalmasına karar vermiştir. Bu durum Türkiye’de büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. İngilizler, Türkiye’nin Musul’a müdahalesini önlemek için hazırlıklara başlamıştır. Kamuoyunda Türkiye ile İngiltere arasında savaş ihtimali konuşulmuştur. Musul sorununun henüz çözüme kavuşturulamadığı günlerde Doğu Anadolu’nun bazı illerinde karışıklıklar ortaya çıkmıştır. TBMM bu karışıklıkları çözmek için uzun bir süre uğraşmıştır. İngiltere’nin kışkırtmalarıyla çıkan olaylar, Türkiye’nin Musul sorununu kendi lehine çözüme kavuşturması konusunda elini zayıflatmıştır.
TBMM,
5 Haziran 1926’da İngiltere ile Ankara Antlaşması’nı imzalamıştır.
Bu
antlaşma ile;
•
Musul’u Irak’a bırakmıştır. Irak sınırı ve Musul sorunu çözüme
kavuşturulmuştur.
•
Hakkâri Türkiye’de kalmıştır.
•
Irak, Musul petrollerinden aldığı verginin %10’unu, 25 yıl süreyle Türkiye’ye
verecektir.
NÜFUS MÜBADELESİ
SORUNU
Lozan
Antlaşması’na göre İstanbul’da yaşayan Rumlar ile Batı Trakya’da yaşayan
Türkler
dışındaki Türk ve Rum nüfusu karşılıklı olarak Türkiye ile Yunanistan
arasında
mübadele (değişim) edilecektir. Ancak Yunanistan, İstanbul’da daha fazla
Rum’un
kalmasını istemiştir. Bu konuda Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan önce
geçici
de olsa İstanbul’a gelen Rumları “etabli” (yerleşmiş yöre sakini) saymış ve
mübadele
kapsamı dışında tutmak istemiştir. Türkiye, Yunanistan’ın bu konudaki
isteklerine
karşı çıkmıştır. Etabli tanımlamasının İstanbul’da sürekli oturanlar için
geçerli
olacağını belirtmiştir. Yunanistan bunun dışında, Batı Trakya’daki Türklerin
bölgeye
Balkan Savaşları sırasında geldiklerini iddia ederek onları da mübadeleye
dahil
etmek istemiştir.
Türkiye
ile Yunanistan arasında anlaşmazlığın giderek büyümesi üzerine sorun,
Milletler
Cemiyetine götürülmüştür. Cemiyet, Lahey Adalet Divanı’nın görüşünü almış
ancak
bu görüş her iki tarafı da memnun etmemiştir. Bu gelişme üzerine taraflar
arasındaki
gerginlik giderek büyümüştür. Yunanistan, Batı Trakya’daki Türklerin
mallarına
el koymaya başlamıştır. Türkiye de buna karşılık vermiş ve İstanbul’daki
Rumların
mallarına el koymuştur.
1
Aralık 1926 tarihinde Atina’da yapılan bir antlaşma ile sorun çözüme
kavuşturulmuştur.
Fakat
iki devlet arasındaki gerginlik 1930 yılına kadar devam etmiştir. 1930’da
Ankara’da
imzalanan Nüfus Mübadelesi Antlaşması ile sorun çözümlenmiştir.
Sorunun
çözülmesi, Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluk ilişkilerinin doğmasına
zemin
hazırlamıştır. Yunanistan Başbakanı Venizelos ile Türkiye Başbakanı
İnönü’nün
karşılıklı ziyaretleri iki ülke arasındaki dostluğu geliştirilmiştir. Bu
yakınlaşma
Balkan Antantı’nın imzalanmasına ortam hazırlamıştır.
Montreux
(Montrö ) Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
Lozan
Barış Antlaşması’na göre Boğazların yönetimi, başkanı Türk olan uluslararası
bir
komisyona bırakılmıştır. Ayrıca Boğazın her iki yakasında on beşer
kilometrelik
alan, askerden arındırılmıştır. Boğazlar bölgesinin güvenliği Milletler
Cemiyetinin
garantisi altındadır. Bu koşullar Türkiye’nin, Boğazların yönetimi ve
savunması
konusunda egemenlik haklarını kısıtlamış ve güvenliğini tehlikeye düşürmüştür.
I.
Dünya Savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyeti dünya barışını sağlamada etkisiz
kalmıştır.
Dünyada siyasi gerginlik artmaya başlayınca jeopolitik öneme sahip olan
Türkiye,
güvenliğinin tehlikeye girdiğini gerekçe göstererek Milletler Cemiyetine
başvurmuştur.
Lozan Barış Antlaşması’nın Boğazlarla ilgili maddesinin değiştirilmesini
istemiştir.
Türkiye,
Boğazlara yeni bir statü kazandırmak ve Boğazların güvenliğini sağlamak
için
Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayan devletlere Nisan 1936’da bir nota
vermiştir.
Bu
notada, Boğazlar konusunda şartların değiştiğini, bu nedenle Boğazların
statüsünün
yeniden düzenlenmesi gerektiğini bildirerek bir konferans toplanmasını
istemiştir.
İngiltere
ve Sovyetler Birliği’nin desteği ile toplanan Boğazlar Konferansı sonunda,
20
Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır.
Bu sözleşmeye göre:
•
Boğazlar Komisyonu kaldırılmıştır.
•
Türkiye’nin Boğazlarda asker bulundurması kabul edilmiştir.
•
Ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest bırakılmıştır. Barış zamanında
savaş
ve uçak gemilerinin geçişi belli kurallara bağlanmıştır.
•
Türkiye savaş tehlikesiyle karşılaşır veya savaşa girerse Boğazları
kapatabilecektir.
Montrö
Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazların yönetimi ve savunması Türkiye’ye
bırakılmış,
böylece Türkiye Boğazlar üzerinde tam egemenlik hakkını elde etmiştir.
Bu
gelişme, Atatürk’ün barışa dayalı millî dış politikasının önemli başarılarından
biridir.
Sizin Görüşünüz Bizim İçin Değerli!