12. Sınıf İnkılap Tarihi | 8.Ünite | 2025

Admin
By -
0

 12. SINIF İNKILAP TARİHİ, 8. ÜNİTE 21. YÜZYILIN EŞİĞİNDE TÜRKİYE VE DÜNYA 

2025  PDF İNDİR


12. SINIF İNKILAP TARİHİ, 8. ÜNİTE 21. YÜZYILIN EŞİĞİNDE TÜRKİYE VE DÜNYA

12. SINIF İNKILAP TARİHİ, 8. ÜNİTE 21. YÜZYILIN EŞİĞİNDE TÜRKİYE VE DÜNYA

1990 SONRASI TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER

Ekonomik Krizler

Türkiye, 1987 ile 2001 yılları arasında siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların birbirini etkilediği bir dönem yaşamıştır. 1994 yılı, Türkiye’nin biriken ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldığı bir yıl olmuştur.

Yüksek enflasyonun ve cari açığın artması, faiz oranlarının yüzde 400’ü aşıp, enflasyonun yüzde 121’e ulaşması hükümeti çözüm bulmaya itti.

Ekonomiyi hızla istikrara kavuşturmak, kamu açıklarını daraltmak, ekonomide bir büyüme sağlamak ve ekonomik istikrarı sürekli kılacak düzenlemeleri başlatmak amacıyla IMF (Uluslararası Para Fonu) yardımıyla bir çözüm planı hazırlandı. 5 Nisan Kararları da denilen bu plan ile atılan adımlar, ülkede yaşanan ekonomik soruna kökten bir çözüm getiremedi.

5 Nisan Kararları kamu kesimi borcunun azaltılmasına ve belli bir oranda bütçe disiplininin sağlanmasına yaradı.

Şubat 2001’de gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemin başbakanı Bülent Ecevit arasında yaşanan sert tartışma ile başlayan siyasi kriz, ekonomi alanında da etkili oldu.

ABD doları, 695 bin liradan 900 bin liraya yükseldi. Türkiye’yi çok olumsuz etkileyen bu krize 2001 Ekonomik Krizi adı verilmektedir.

Dönemin hükûmeti, olumsuz durumu aşmak için IMF’ye başvurdu. IMF’nin Türkiye’ye verdiği programı uygulamak üzere Dünya Bankası başkan yardımcılarından Kemal Derviş, Türkiye’ye getirildi ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak göreve başlatıldı.

2008’de ise Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan ve giderek tüm dünya ülkelerine hızlıca yayılan ekonomik bir kriz daha meydana geldi. ABD’de başlayıp daha sonra Avrupa’ya sıçrayan kriz, AB ülkelerini de derinden etkiledi. Krizin, Türkiye’ye de olumsuz etkileri görüldü fakat bu etkiler sınırlı kaldı.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası da dünyadaki diğer merkez bankaları gibi faizleri düşürerek krizin etkilerini hafifletmeye çalıştı. 2008 krizinin etkisiyle Türkiye ekonomisi 2009’da %4,8 küçüldü. Borsada düşüşler yaşandı.

Ekonomik krizin etkisiyle ülkedeki işsizlik oranı 2007’de %9,2 iken 2008’in Ağustos ayında %9,8’e yükseldi.

Dünya piyasalarında yaşanan tüm bu olumsuzlukların Türkiye üzerindeki etkisi uygulanan istikrarlı ekonomik programla en düşük düzeyde hissedildi.

Millî İradeye Darbeler

Türkiye’de 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askerî darbelerinden sonra da demokrasiye karşı hukuk dışı müdahaleler yapılmıştır.

28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016 tarihlerinde yapılan askerî darbeler Türk demokrasisinin gelişimine zarar vermiştir 

28 Şubat Darbesi (Postmodern Darbe)

28 Şubat 1997’de seçilmiş hükûmete karşı yapılan müdahaledir. Refah Partisi (RP) lideri Necmettin Erbakan ve Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller hükûmeti, silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlandı. 28 Şubat ta gerçekleştirilen darbe, “post-modern” darbe olarak adlandırılmıştır.

Refah Partisi lideri Başbakan Necmettin Erbakan görevini, koalisyon ortağı DYP lideri Tansu Çiller’e devretmek için başbakanlıktan istifa etti. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, koalisyon protokolünü tanımadığını söyleyerek hükûmet kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a verdi.

ANAP lideri Mesut Yılmaz, Demokratik Sol Parti (DSP) ve Demokratik Türkiye Partisi (DTP) ile anlaşarak yeni bir hükûmet kurdu. 28 Şubat Rejimi denilen süreç başladı.

27 Nisan 2007 E-Muhtırası

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in başkanlık ettiği son Millî Güvenlik Kurulunda irticai faaliyetlerin artmasıyla ilgili tartışmalar tekrar gündeme geldi.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin sona erecek olması nedeniyle siyasi gerginlik arttı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı günlerde nitelikli çoğunluk olan 367 milletvekili olmaması ya da diğer partilerin seçime katılmaması hâlinde herhangi bir adayın cumhurbaşkanı olamayacağı görüşü, Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından dile getirildi.

Mecliste 27 Nisan günü gerçekleşen seçimlerin ilk turuna muhalefetin de küçük desteğiyle 361 milletvekili katılmış ve 367 sayısının altında kalınmıştı. Aynı gün saat 23.17’de Genel Kurmay Başkanlığının resmî internet sitesinin Basın Açıklamaları ve Duyurular kısmında, daha sonradan “e-muhtıra” olarak adlandırılacak olan bir bildiri yayınlandı.

28 Nisan’da, Hükûmet Sözcüsü Cemil Çiçek, bu bildiriye karşı hükûmet adına açıklama yaptı. ‘’Genelkurmay Başkanlığı, hükümet’in emrinde, görevleri anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. ” sözleriyle hükûmetin TSK’nın siyasete karışmasına karşı çıktığını ilan etti.

15 Temmuz Hain Darbe Girişimi ve Milletin Zaferi (15 Temmuz 2016)

Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde örgütlenmiş bir grup FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) mensubu subaylar tarafından demokrasiye ve millî iradeye karşı başlatılan hain darbe girişimine verilen ad.

15 Temmuz Cuma günü saat 22.00’de İstanbul Boğaziçi (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin bir grup asker tarafından trafiğe kapatılmasıyla başladı.

Ankara’da TRT binası darbeciler tarafından ele geçirildi. TBMM, savaş uçakları ve savaş helikopterleri ile darbeciler tarafından bombalandı. Savaş helikopterleriyle Ankara Emniyet Müdürlüğüne ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne saldırıldı.

15 Temmuz Darbe Girişimi sonucu 248 kişi şehit oldu ve 2196 vatandaş yaralandı.

Darbe Girişimi tüm yurtta yaklaşık 22 saat süren bir mücadele sonucunda bertaraf edildi. Türkiye’de OHAL uygulaması başladı.

Sadece darbeye karışanlar değil Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere tüm kamu kuruluşlarına sızmış bulunan FETÖ mensupları ve FETÖ yapılanmasında yer alanlar için yargı süreci başlatıldı.

Terörle Mücadele

Terörizm, amacı şiddet yoluyla kargaşa çıkararak toplumun direnme gücünü kırmak, bir ülkedeki siyasi ve sosyal düzeni zayıf göstererek halkın siyasal düzene desteğini azaltmaktır.

Tarih boyunca Terörizmi yöntem olarak benimseyen yasal veya yasa dışı örgütler, bu yolla birtakım siyasi ve ekonomik çıkarlar sağlamayı hedeflemişlerdir.

Güçlü bir Türkiye’nin oluşmasını engellemek isteyen devletler, terör örgütlerini kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye’ye karşı yönlendirmekte hatta bu terörist örgütlerini bir iç ve dış politika aracı olarak kullanmışlardır.

Türkiye, 1973’te başlayan dış destekli bir Ermeni Terör Örgütü ASALA şiddeti ile karşılaştı.

1980’lerin sonunda PKK bölücü terör örgütü saldırıları başladı.

Irak ve Suriye’de yaşanan iç istikrarsızlıklar nedeniyle, 2014 yılından itibaren bölgedeki güvenlik açığını değerlendirerek güç kazanan ve dış desteklerle büyüyen DAEŞ terör örgütü ortaya çıkmıştır. DAEŞ, vahşi terör faaliyetleri ile bütün dünyada ses getiren radikal bir terör örgütü oldu.

FETÖ, halkın dinî duygularını ve yardımseverliğini istismar ederek devletin pek çok kurumunda gizli yapılanmalar gerçekleştirmiş bir terör örgütüdür. FETÖ, 1999 yılından beri ABD’nin Pennsylvania (Pensilvanya) Eyaleti’nde yaşayan Fetullah Gülen’in liderliğinde kurulmuştur.

Bilim, Sanat ve Spordaki Gelişmeler

1980’li yıllarda Turgut Özal’ın liberal politikalarıyla Türkiye dünyadaki gelişmelere ve rekabete açılmaya başladı.

1990’lı yıllarda Televizyonların gelişmesi Türk sinemasını olumsuz etkiledi. Türk sinema sektörü 1990’lı yılları ekonomik kriz içinde geçirdi.

2004’te, 5224 sayılı “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun” çıkarıldı.

1990’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye’de spor alanında önemli gelişmeler yaşandı.

Bulgaristan Türklerinden Naim Süleymanoğlu, 1986’da Avustralya’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda Türkiye Büyükelçiliğine sığınarak Türkiye’ye iltica etti. Naim Süleymanoğlu halter kariyeri boyunca 46 dünya rekoru kırdı.

1999-2000 futbol sezonunda UEFA Kupası’nda oynama şansını elde eden Galatasaray Futbol Kulübü, bu kupayı kazanarak ilk kez bir Avrupa kupasını Türkiye’ye getiren Türk takımı oldu.

2002’de Güney Kore ile Japonya’nın ortaklaşa düzenlediği Dünya Kupası’na Türkiye A Millî Futbol Takımı, 48 yıl aranın ardından turnuvaya ikinci kez katılma başarısı gösterirken aldığı dünya üçüncülüğüyle de tarihî bir başarıya imza attı.

Bilim alanında ise en büyük başarı 1979’dan itibaren çalışmalarını ABD’de sürdüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ın, kanser hastalığı konusunda yaptığı önemli çalışmalar sayesinde 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülmesi oldu.

1990 SONRASI DÜNYADAKİ GELİŞMELER

SSCB’nin Dağılması ve Türk Cumhuriyetleri’nin Bağımsızlıklarına Kavuşması SSCB’nin Dağılması

Soğuk Savaş’ın taraflarından birisi olan SSCB, 1900’lü yılların son çeyreğinde siyasi ve ekonomik olarak sorunlar yaşamaya başladı. Bu süreçte nükleer silahlanma ve uzay çalışmaları SSCB ekonomisini olumsuz etkiledi. SSCB’nin çıkmaza girmesi, Doğu Bloku’nun diğer ülkelerini de etkiledi

SSCB yönetimi, 1987’de Devlet Başkanı Gorbaçov’un açıkladığı Glasnost ve Perestroika (Perestroyka) programlarıyla, Sovyet sisteminde şeffaflığa ve yeniden yapılanmaya gidileceğini ilan etti. Demokratik uygulamalarla totaliter yapı gevşetilerek toplumsal hareketlerin yatıştırılması hedefleniyordu. Bu programlarla birlikte SSCB’yi oluşturan cumhuriyetlerde SSCB’den ayrılmaya yönelik eğilimler güçlendi.

Gorbaçov, 1990’da “Egemen Devletler Birliği Antlaşması” adımını attı. Bu anlayışı eleştiren komutanlar Gorbaçov’a karşı bir darbe yaptı.

Boris Yeltsin, darbeyi yapanlara karşı halkı direnmeye çağırdı. Yeltsin’in çağrısıyla halk darbecilere karşı koydu. Olayın hemen ardından SSCB yapısı içinde yer alan devletlerin tamamına yakını, bağımsızlıklarını ilan ettiler.

19 Ağustos 1991’de Kremlin Sarayı’na SSCB bayrağı yerine Çarlık Dönemi’nde kullanılan Rus bayrağının çekilmesi ve ardından Sovyet Komünist Partisinin faaliyetlerine son verilmesiyle SSCB resmen dağıldı.

25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Orta Asya ve Kafkasya’da birçok devlet bağımsızlığını kazandı. Türkiye, bu süreçte bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri’ni tanıyan ilk ülke oldu.

Türkiye’nin Bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan ve Kırgızistan ile ortak bir dile, ortak bir hafıza ve ortak bir kültüre sahip olması bu devletlerle olan ikili ve bölgesel ilişkilerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır.

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA)

Türkiye’nin SSCB sonrası dönemde Orta Asya ve Kafkasya’da yapılacak faaliyetleri ve dış politika önceliklerini uygulayacak, koordine edecek bir organizasyon ihtiyacı doğrultusunda 1992’de Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) kurulmuştur.

TİKA, 1999 yılında başbakanlığa bağlanarak faaliyetlerini sürdürmüştür.

1995’e kadar Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetler yürüten TİKA, o tarihten itibaren eğitim ve kültürel iş birliği çalışmalarına ağırlık verdi.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı

6 Nisan 2010’da başbakanlığa bağlı müsteşarlık düzeyinde bir kamu kurumu olarak Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı kurulmuştur.

Kurumun görevi; yurt dışındaki Türk vatandaşlarının, kardeş toplulukların ve Türkiye’de öğrenim gören uluslararası burslu öğrencilerin çalışmalarını koordine etmek; bu alanlarda verilen hizmetleri ve yapılan faaliyetleri geliştirmek olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY)

Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı 1993’te Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin Kültür Bakanlarının imzalamış olduğu antlaşma ile kurulmuştur.

TÜRKSOY’un kuruluş amacı Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmaktır.

TÜRKSOY’un 6 kurucu üyesi ile beraber 8 tane de gözlemci üyesi bulunmaktadır.

Yunus Emre Enstitüsü

Yunus Emre Vakfı, Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel alışverişini artırıp dostluğunu geliştirmek amacıyla 2007’de kurulmuş bir kamu vakfıdır.

Yunus Emre Enstitüsünün yurt dışında 40’tan fazla kültür merkezi bulunmaktadır.

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Kırım Türk’ü düşünür İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” ilkesini yaşama geçirmek için Prof. Dr. Turan Yazgan tarafından kurulmuştur.

Vakıf, çalışmalarıyla Türk Dünyası’nı Kültürel anlamda iş birliğine kavuşturmayı hedeflemektedir.

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Türk Dünyası’nın stratejik noktalarında eğitim kurumları açmıştır.

Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye

Ankara Antlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Ekonomik topluluğuna (AET) uyum süreci antlaşmanın yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 itibarıyla başlamıştır.

Türkiye-AB ilişkileri, 1970’li yılların başından 1980’lerin ikinci yarısına kadar Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı istikrarsız bir süreç yaşamıştır.

12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nin ardından AB ile ilişkiler resmen askıya alınmıştır. 1983’te Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulmasıyla Türkiye dışa açılma sürecine girmiştir.

Avrupa Ekonomik Topluluğu, 1991 Maastricht (Mastrikt) Antlaşması ile Avrupa Birliği (AB) adını almıştır.

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmiştir.

10-11 Aralık 1999’da yapılan Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB’ye adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.

17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi’nde, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve zirvede Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te üyelik müzakerelerine başlanması kararı alınmıştır.

Günümüzde de müzakereler hâlâ devam etmektedir

Bosna Savaşı ve Balkanlardaki Gelişmeler

Bosna Savaşı, 1 Mart 1992’den 14 Aralık 1995’e kadar sürmüş olan bir savaştır. Yugoslavya Cumhuriyeti’nin 1990’larda dağılmasının ardından çıkmıştır.

Devlet Başkanı Mareşal Tito’nun  ölümünden sonra 1980’de Yugoslavya’yı oluşturan federal devletlerarasındaki ilişkiler bozulmaya başladı. Oluşan siyasi gerginlik sonucu 1990’da Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerden birisi olan Slovenya bağımsızlığını ilan etti.

Slovenya’nın ardından Hırvatistan ve Makedonya’nın da bağımsızlığını ilan etmesi üzerine ağırlıklı olarak Sırplardan oluşan Yugoslavya ordusunun bu devletlere saldırmasıyla Yugoslavya İç Savaşı başladı.

27 Kasım 1991’de Bosna-Hersek kendi ülkesinin bütünlüğünü korumak için bağımsızlığını ilan etti. Bosna-Hersek nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Boşnaklar ve Hırvatlar bağımsız bir devlet olarak tanınmak isterken Bosna-Hersek’te yaşayan Sırplar ise Müslüman Boşnaklara karşı saldırılara başladılar. Bosna’nın doğusundaki Srebrenica (Srebrenitsa) çevresindeki Boşnak kasabalarına ve köylerine saldırdılar.

BM Güvenlik Konseyi 1993’te, Srebrenica’yı güvenli bölge olarak ilan etti ve bölgeye yönelik her türlü silahlı saldırıyı yasakladı.

Radko Miladiç komutasındaki Sırp güçleri, 1995’te BM komutasındaki 400 Hollandalı asker tarafından korunan Srebrenica’da gerçekleştirilen katliama seyirci kaldı. Sırplar, 11 Temmuz -17 Temmuz 1995 tarihleri arasında 8 binden fazla genç ve yetişkin erkeği katlettiler. Bu hadise Srebrenica Soykırımı olarak tarihe geçti.

5 Eylül 1995’te ABD’nin girişimiyle savaşan taraflar Cenevre kentinde barış görüşmelerine başladılar. Cenevre’de varılan antlaşmadan sonra Bosna-Hersek’teki üç toplumun liderleri olan Aliya İzzetbegoviç Slobodan Miloseviç ve Franjo Tudjman (Franko Tujman) ABD’nin Dayton (Deytın) kentinde 21 Kasım 1995’te Dayton Barış Antlaşması’nı imzaladılar.

Orta Doğu’da Meydana Gelen Başlıca Gelişmeler Siyonizm Sorunu ve Filistin

II. Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra İngiltere’nin denetiminde olan Filistin topraklarına Avrupa’dan büyük oranda Yahudi göçü gerçekleşti. 1948-1951 yılları arasında, Avrupa’daki Yahudi mültecilerin üçte ikisinden fazlasını içeren 700 000’e yakın Yahudi, İsrail’e göç etti.

Bu göçlerden sonra Filistin’de Yahudi-Filistin gerginliği başladı. II. Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere, Amerika’nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin meselesini Birleşmiş Milletlere götürüp, meselenin çözülmesini istedi. Birleşmiş Milletler, 1947′de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Kudüs şehrine ise, BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı.

Yahudiler bu kararı kabul ederken Araplar reddetti.

Yahudi liderler, 14 Mayıs 1948′de İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan ettiler. Ardından Orta Doğu’nun en büyük sorunu olan ve günümüze kadar etkileri süren Arap-İsrail çatışması ve Filistin Sorunu ortaya çıktı.

Ortadoğu’da yaşanan bu gerginlik neticesinde 1948 Arap-İsrail, 1956 Mısır-İsrail, 1967 Arap-İsrail ve 1973 Arap-İsrail savaşları meydana geldi

1978’de Mısır ve İsrail arasında imzalanan Camp David (Kemp Deyvid) Antlaşması’yla İsrail ve Arap devletleri arasında bir daha sıcak çatışma yaşanmadı.

Filistin’de başlayan ve Filistin halkının başkaldırısı anlamına gelen ‘İntifada’ bu mücadelenin en somut örneğidir. İsrail işgaline karşı Filistin halkının başkaldırısı olan Birinci İntifada, 1987’de başladı. İkinci İntifada ise 2000’den 2005 yıllına kadar devam eden Filistin ayaklanmasıdır.

Cezayir’de toplanan Filistin Millî Konseyi, 15 Kasım 1988’de ilan ettiği bildiriyle Bağımsız Filistin Devleti’ni ilan etti. Bağımsız Filistin Devleti’ni Türkiye dâhil birçok ülke tanıdı.

ABD öncülüğünde yapılan görüşmeler sonucunda 1993’te İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderleri barış antlaşması imzaladı.

2010-2011 yıllarında başta Rusya olmak üzere Brezilya, Arjantin ve Şili, 1967 öncesi sınırlarını esas alarak Filistin’i bağımsız bir devlet olarak kabul ettiklerini dünyaya ilan ettiler.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, bağımsız bir devlet olarak tanınmak için Birleşmiş Milletlere resmen başvurdu. Yapılan oylamada başta Türkiye olmak üzere 138 ülke evet oyu verdi ve Filistin, BM nezdinde bağımsız bir devlet olarak kabul edildi.

Körfez Savaşları I.Körfez Savaşı:

1990’lı yıllarda Körfez Savaşı’nın çıkmasındaki temel neden Irak’ın komşusu Kuveyt’i işgal etmesidir.

1980-1988 arasında komşusu İran ile savaşan Irak, savaşın bitmesinin ardından silahlanmayı artırdı. Kuveyt üzerinde hak iddia etmeye başladı. Böylece Irak-Kuveyt ilişkileri gerginleşti.

Irak, 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i 19. İli olarak ilan edip, işgal etti. Kuveyt’in işgali üzerine toplanan Birleşmiş Milletler, Irak’ı kınadı ve işgal ettiği topraklardan kayıtsız şartsız çekilmesini istedi. Irak’ın BM kararlarına uymayacağını açıkladı.

17 Ocak 1991’de Irak’a karşı önce hava harekâtı ardından da kara harekâtı başlatıldı. Irak ordusu mağlup oldu ve Kuveyt işgalden kurtarıldı.Irak, 1991’de BM tarafından önerilen ateşkes anlaşmasını imzaladı. Savaşın ardından Irak’ta iç karışıklık baş gösterdi.

Irak’taki Baas rejimine muhalif Kürt gruplar ülkenin kuzeyinde, Şii gruplar ise ülkenin güneyinde ayaklanma başlattılar. Baas rejiminin şiddet kullanarak bu gruplara saldırması üzerine, Irak birliklerinin 36. paralelin kuzeyi ile 32. paralelin güneyine geçirilmeme şartı kabul edildi.

Ateşkesi denetlemek ve gerekirse müdahale etmek için ABD, İngiltere ve Fransa birliklerinden oluşan uluslararası askerî bir kuvvet (Çekiç Güç) oluşturuldu.

Irak hükûmetinin ülkenin kuzeyindeki kontrolü kaybetti. Boşluğu doldurması amacıyla bölgede güçlenen muhalif Kürt gruplar, Irak’tan kopuş sürecine girdiler.

II. Körfez Savaşı ve ABD’nin Irak’ı İşgali:

ABD, 11 Eylül 2001 yılında New York şehrinde bulunan Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırıdan sonra, İngiltere ile birlikte teröre karşı dünya çapında bir mücadele başlattığını ilan etti.

Bu doğrultuda teröre destek verdiği iddiasıyla önce Afganistan’a askerî müdahalede bulunan ABD, ardından Irak’a yöneldi.

ABD, Irak’ı kitle imha silahları edinmek ve dünya barışını tehdit etmekle suçladı. ABD yönetimi Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ve ailesinin Irak’ı terk etmelerini istedi. Irak yönetimi ABD’nin bu uyarısını reddetti.

ABD’ye destek olarak İngiltere, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Portekiz, Danimarka, İtalya ve Macaristan’dan oluşan bir Avrupa koalisyonu oluşturuldu. ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, 20 Mart 2003’te Irak’a hava saldırısını başlattı.

22 Mart 2003’te ise kara harekâtı başladı. ABD kuvvetleri, 9 Nisan 2003’te Irak’ın başkenti Bağdat’ı işgal etti

Irak kuvvetleri ve koalisyon güçleri arasındaki savaş, ABD Başkanı George W. Bush’un (Corç Buş) 15 Nisan 2003 tarihinde kesin zaferin kazanıldığını ilan etmesiyle son buldu.

Savaş sonucunda Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin ve Baas rejimi devrildi. Irak’ı işgal eden ABD, ülkeye geçici valiler atayarak ülkeyi yönetmeye başladı.

13 Temmuz 2003’te ABD nüfuzunda “Geçici Irak Yönetim Konseyi” oluşturuldu ve bu geçici konsey Birleşmiş Milletler nezdinde tanındı.

Arap Baharı

Arap Baharı, 2010’da Orta Doğu ülkelerindeki demokratik olmayan yönetimlere karşı bu ülkelerin halkları tarafından daha çok demokrasi ve özgürlük talebiyle başlatılan, protesto ve ayaklanmalarla gerçekleşen halk hareketleridir.

Arap Baharı olarak adlandırılan süreç Tunus’ta başladı. Bu sürece Yasemin Devrimi adı verildi. Yasemin Devrimi’nden sonra Tunus’ta daha demokratik bir yönetim kuruldu ve yeni bir dönem başladı. Tunus’ta başlayan olaylar diğer Arap ülkelerine de yayıldı.

25 Ocak 2011’de Mısır’ın en büyük meydanı olan Tahrir Meydanı’nda, Arap baharının esintileri yayılmaya başladı. Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da açlık, işsizlik, yolsuzluk, diktatörlük gibi benzer sorunlar sebebiyle halk isyan etmeye başladı. Ülkede gitgide büyüyen isyan nedeniyle Hüsnü Mübarek’in 1981’de başlayan yönetimi, 11 Şubat 2011’de istifa etmesiyle son buldu. Mısır’da yapılan demokratik seçimleri Muhammed Mursi kazandı. Muhammed Mursi, Mısır’da demokratik seçimle başa geçen ilk cumhurbaşkanı oldu.

Mısır’dan sonra Libya’da da protestolar başladı. Libya’daki protestolar bir süre sonra demokratik gösterilerden Libya hükûmetine karşı silahlı bir başkaldırıya dönüştü. Libya yönetiminin zayıflamasıyla muhalif güçler başkent Trablus’u ele geçirdi. Libya Lideri Muammer Kaddafi, muhalif milisler tarafından linç edilerek öldürüldü.

Arap Baharı’nın etkileri Suriye’de daha sert ortaya çıktı. Ülkeye egemen Baas Partisi yönetiminin demokratik olmayan ve baskıcı yönetiminden bunalan halk, rejime karşı protestolara başladı. Devlet Başkanı Beşşar Esed yönetimindeki Baas rejiminin protestolara karşı müdahalesi çok sert oldu. Suriye’de iç savaş başladı.

Körfez ülkelerinden Bahreyn ve Yemen’de de Arap Baharı’nın etkileri görüldü. Bu iki ülkede protestolar bir süre sonra mezhep çatışmasına dönüştü. Suudi Arabistan’ın müdahalesiyle Bahreyn’de muhalifler bastırıldı. Yemen’de durum Libya ve Suriye’deki gibi bir iç savaşa dönüştü.

Not: 2010’da Tunus’ta başlayan değişimle Orta Doğu’da daha demokratik bir dönemin başlayacağı düşünüldü. Fakat beklenen olmadı. Sürecin bazı ülkelerde iç savaşa dönüşmesi bölgede istikrarsızlığa yol açtı.

11 Eylül Saldırıları ve Küresel Terör

ABD, II. Dünya Savaşı’nın ardından SSCB ile birlikte küresel bir güç hâline gelmişti. ABD, siyasi gücünü artırdığı ve tek kutuplu dünyada yön verici bir ülke konumuna geldiği bir dönemde büyük bir terör saldırısı yaşadı.

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York kentinde bulunan Dünya Ticaret Merkezine, Washington’a (Vaşingtın) ve Pentagon’a sivil uçakların kullanıldığı saldırılar düzenlendi.

11 Eylül Saldırısı, ABD sınırları içine doğrudan ABD’ye yapılan ilk saldırıydı. ABD Başkanı George W. Bush (Corc W. Buş), saldırıyı ABD’ye yönelik bir savaş ilanı olarak niteledi.

11 Eylül Saldırısı’nı ülkesine bir savaş ilanı olarak kabul eden ABD yönetimi, saldırının arkasında olduğuna inandığı ülkelere karşı savaş başlattı.

11 Eylül Saldırısı’ndan sonra dünya siyaseti, Soğuk Savaş Dönemi’ndeki Doğu-Batı Bloku çatışmasından küresel teröre karşı mücadele anlayışı şekline dönüştü.

Irak ve Suriye’de Yaşananlar Irak’taki Gelişmeler

Irak’ın 2003’te ABD tarafından işgalinden sonra Irak’ın yeniden yapılandırılması süreci başladı.

ABD tarafından Irak’ın başına getirilen sivil yöneticiyle yönetimi paylaşacak olan Geçici Hükûmet Konseyi tarafından 13’ü Şii, 5’i Sünni, 5’i Kürt, 1’i Türkmen ve 1’i Asuri olan 25 bakandan oluşan Irak Hükûmeti kuruldu.

ABD güçleri, yeni Irak hükûmeti ile imzaladığı güvenlik antlaşmasıyla belli şartlarda Irak’taki etki ve varlığını korumayı garanti altına alarak 2009’dan itibaren askerlerini Irak’tan çekmeye başladı.

Yeni Irak hükûmeti ülkede otoriteyi kuramadı. 2014’te Irak’ın en büyük kentlerinden Musul ve Tikrit’in yanı sıra bölgedeki bazı kentlerde kontrolü ele geçiren DAEŞ terör örgütü, hem bölge hem de Türkiye için büyük bir tehdit hâline gelmiştir. Irak’ın bu durumu Türkiye için ciddi bir güvenlik sorunu hâline gelmiştir.

Suriye’deki Gelişmeler

Arap Baharı’nın etkisiyle Suriye’deki tek partili Baas rejimine karşı başlayan protestolar, rejimin sert tutumu sonucu bir iç savaşa dönüştü.

ABD, İran ve Rusya’nın doğrudan ya da dolaylı yollardan destekledikleri gruplar aracılığı ile Suriye’ye müdahale etmesi ülkeyi büyük bir yıkıma sürükledi.

Suriye’de devlet otoritesinin ortadan kalkmasıyla birlikte DAEŞ terör örgütü güçlendi ve Türkiye için bir tehdit hâline geldi.

Bunun yanı sıra PKK’nın Suriye kolu olan PYD terör örgütü ülkedeki otorite boşluğundan yararlanarak Suriye’nin kuzeyinde etkin hâle geldi.

DEAŞ terörü ile mücadele bahanesi ile özellikle ABD tarafından silahlandırılan PYD terör örgütü, Suriye’nin kuzeyini ele geçirerek devletleşmeye doğru gitmek istedi. 24 Ağustos 2016’da Türk Silahlı Kuvvetlerinin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ile PYD’nin uygulamak istediği planın önüne geçildi.

Azez, Cerablus ve El Bab bölgeleri DAEŞ’ten temizlenerek huzur sağlandı.

Suriyeli Mülteciler

2011’de başlayan Suriye olaylarının en büyük etkisi Suriye ile en uzun kara sınırına sahip ülke olan Türkiye’de hissedildi.

Suriye’de yaşanan insani bunalımın büyümesi sonucunda 2011’de 300-400 kadar Suriye yurttaşının Hatay ili Yayladağı ilçesindeki Cilvegözü Sınır Kapısı’na doğru hareketlenmesi, Suriye’den Türkiye’ye yönelik ilk toplu  göç hareketini oluşturdu.

2015 yılı itibariyle; 10 ilde 47.488 çadır ve bölme, 11.857 konteyner olmak üzere toplam 59.295 yerleşkede Suriyeli mülteciler barındırıldı.

Suriye’de iç savaşın şiddetinin artması üzerine Türkiye’ye yapılan göçler artarak devam etti. Türkiye, Suriyeli mülteci hareketini acil müdahale edilmesi gereken bir durum olarak görmüş ve bu kapsamda AFAD’ı (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) görevlendirmiştir.

Türkiye, Suriyeli mültecileri yalnızca mülteci kamplarında barındırmamıştır. 2016’dan itibaren Suriyeli mültecileri Türkiye toplumuna kaynaştırma projelerinin önü açılmıştır. Mülteciler, bütün bakanlık ve kurumların stratejik planlarına dâhil edilmiştir.

 

 

 

📝12.SINIF İNKILAP TARİHİ, 8.ÜNİTE:
 | 2025 | 
👉 PDF İNDİR




İlginizi Çekebilecek Yayınlar:



Yorum Gönder

0Yorumlar

Sizin Görüşünüz Bizim İçin Değerli!

Yorum Gönder (0)