12. SINIF İNKILAP TARİHİ, 8. ÜNİTE 21. YÜZYILIN EŞİĞİNDE TÜRKİYE VE DÜNYA
12. SINIF İNKILAP
TARİHİ, 8. ÜNİTE 21. YÜZYILIN EŞİĞİNDE TÜRKİYE VE DÜNYA
1990 SONRASI
TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELER
Ekonomik
Krizler
Türkiye, 1987 ile
2001 yılları arasında siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların birbirini
etkilediği bir dönem yaşamıştır. 1994 yılı, Türkiye’nin biriken ekonomik
sorunlarla karşı karşıya kaldığı bir yıl olmuştur.
Yüksek enflasyonun ve
cari açığın artması, faiz oranlarının yüzde 400’ü aşıp, enflasyonun yüzde 121’e
ulaşması hükümeti çözüm bulmaya itti.
Ekonomiyi hızla
istikrara kavuşturmak, kamu açıklarını daraltmak, ekonomide bir büyüme
sağlamak ve ekonomik istikrarı sürekli kılacak düzenlemeleri başlatmak
amacıyla IMF (Uluslararası Para Fonu) yardımıyla bir çözüm
planı hazırlandı. 5 Nisan Kararları da denilen bu plan ile atılan
adımlar, ülkede yaşanan ekonomik soruna kökten bir çözüm getiremedi.
5 Nisan Kararları
kamu kesimi borcunun azaltılmasına ve belli bir oranda bütçe disiplininin
sağlanmasına yaradı.
Şubat 2001’de
gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemin başbakanı Bülent Ecevit
arasında yaşanan sert tartışma ile başlayan siyasi kriz, ekonomi alanında da
etkili oldu.
ABD doları, 695 bin
liradan 900 bin liraya yükseldi. Türkiye’yi çok olumsuz etkileyen bu krize 2001
Ekonomik Krizi adı verilmektedir.
Dönemin hükûmeti,
olumsuz durumu aşmak için IMF’ye başvurdu. IMF’nin Türkiye’ye verdiği
programı uygulamak üzere Dünya Bankası başkan yardımcılarından
Kemal Derviş, Türkiye’ye getirildi ve ekonomiden sorumlu devlet
bakanı olarak göreve başlatıldı.
2008’de ise Amerika
Birleşik Devletleri’nde başlayan ve giderek tüm dünya ülkelerine hızlıca
yayılan ekonomik bir kriz daha meydana geldi. ABD’de başlayıp daha sonra
Avrupa’ya sıçrayan kriz, AB ülkelerini de derinden etkiledi. Krizin,
Türkiye’ye de olumsuz etkileri görüldü fakat bu etkiler sınırlı kaldı.
Türkiye Cumhuriyeti
Merkez Bankası da dünyadaki diğer merkez bankaları gibi faizleri düşürerek
krizin etkilerini hafifletmeye çalıştı. 2008 krizinin etkisiyle Türkiye
ekonomisi 2009’da %4,8 küçüldü. Borsada düşüşler yaşandı.
Ekonomik krizin
etkisiyle ülkedeki işsizlik oranı 2007’de %9,2 iken 2008’in Ağustos ayında
%9,8’e yükseldi.
Dünya piyasalarında
yaşanan tüm bu olumsuzlukların Türkiye üzerindeki etkisi uygulanan
istikrarlı ekonomik programla en düşük düzeyde hissedildi.
Millî İradeye
Darbeler
Türkiye’de 27 Mayıs
1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askerî darbelerinden sonra da demokrasiye
karşı hukuk dışı müdahaleler yapılmıştır.
28 Şubat 1997,
27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016 tarihlerinde yapılan askerî darbeler Türk
demokrasisinin gelişimine zarar vermiştir
28 Şubat Darbesi
(Postmodern Darbe)
28 Şubat 1997’de
seçilmiş hükûmete karşı yapılan müdahaledir. Refah Partisi (RP)
lideri Necmettin Erbakan ve Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller hükûmeti,
silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlandı. 28 Şubat ta
gerçekleştirilen darbe, “post-modern” darbe olarak adlandırılmıştır.
Refah Partisi lideri
Başbakan Necmettin Erbakan görevini, koalisyon ortağı DYP lideri
Tansu Çiller’e devretmek için başbakanlıktan istifa etti.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, koalisyon
protokolünü tanımadığını söyleyerek hükûmet kurma görevini ANAP
lideri Mesut Yılmaz’a verdi.
ANAP lideri Mesut
Yılmaz, Demokratik Sol Parti (DSP) ve Demokratik Türkiye Partisi (DTP) ile anlaşarak
yeni bir hükûmet kurdu. 28 Şubat Rejimi denilen süreç başladı.
27 Nisan 2007
E-Muhtırası
Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer’in başkanlık ettiği son Millî Güvenlik Kurulunda irticai
faaliyetlerin artmasıyla ilgili tartışmalar tekrar gündeme geldi.
Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer’in görev süresinin sona erecek olması nedeniyle siyasi
gerginlik arttı.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin
yapıldığı günlerde nitelikli çoğunluk olan 367 milletvekili
olmaması ya da diğer partilerin seçime katılmaması hâlinde herhangi
bir adayın cumhurbaşkanı olamayacağı görüşü, Eski Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından dile getirildi.
Mecliste 27 Nisan
günü gerçekleşen seçimlerin ilk turuna muhalefetin de küçük desteğiyle 361
milletvekili katılmış ve 367 sayısının altında kalınmıştı.
Aynı gün saat 23.17’de Genel Kurmay Başkanlığının resmî internet
sitesinin Basın Açıklamaları ve Duyurular kısmında, daha sonradan “e-muhtıra”
olarak adlandırılacak olan bir bildiri yayınlandı.
28 Nisan’da, Hükûmet
Sözcüsü Cemil Çiçek, bu bildiriye karşı hükûmet adına açıklama
yaptı. ‘’Genelkurmay Başkanlığı, hükümet’in emrinde, görevleri anayasa ve
ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. ” sözleriyle
hükûmetin TSK’nın siyasete karışmasına karşı çıktığını ilan etti.
15 Temmuz Hain Darbe
Girişimi ve Milletin Zaferi (15 Temmuz 2016)
Türk Silahlı
Kuvvetleri içerisinde örgütlenmiş bir grup
FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) mensubu subaylar tarafından
demokrasiye ve millî iradeye karşı başlatılan hain darbe girişimine
verilen ad.
15 Temmuz Cuma günü
saat 22.00’de İstanbul Boğaziçi (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) ve Fatih
Sultan Mehmet köprülerinin bir grup asker tarafından trafiğe kapatılmasıyla
başladı.
Ankara’da TRT binası
darbeciler tarafından ele geçirildi. TBMM, savaş uçakları ve savaş helikopterleri
ile darbeciler tarafından bombalandı. Savaş helikopterleriyle Ankara
Emniyet Müdürlüğüne ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne saldırıldı.
15 Temmuz Darbe
Girişimi sonucu 248 kişi şehit oldu ve 2196 vatandaş yaralandı.
Darbe Girişimi tüm
yurtta yaklaşık 22 saat süren bir mücadele sonucunda bertaraf edildi.
Türkiye’de OHAL uygulaması başladı.
Sadece darbeye
karışanlar değil Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere tüm kamu
kuruluşlarına sızmış bulunan FETÖ mensupları ve FETÖ yapılanmasında yer alanlar
için yargı süreci başlatıldı.
Terörle
Mücadele
Terörizm,
amacı şiddet yoluyla kargaşa çıkararak toplumun direnme
gücünü kırmak, bir ülkedeki siyasi ve sosyal düzeni zayıf göstererek
halkın siyasal düzene desteğini azaltmaktır.
Tarih boyunca
Terörizmi yöntem olarak benimseyen yasal veya yasa dışı örgütler, bu yolla
birtakım siyasi ve ekonomik çıkarlar sağlamayı hedeflemişlerdir.
Güçlü bir Türkiye’nin
oluşmasını engellemek isteyen devletler, terör örgütlerini kendi çıkarları
doğrultusunda Türkiye’ye karşı yönlendirmekte hatta bu
terörist örgütlerini bir iç ve dış politika aracı olarak
kullanmışlardır.
Türkiye, 1973’te
başlayan dış destekli bir Ermeni Terör Örgütü ASALA şiddeti ile
karşılaştı.
1980’lerin sonunda
PKK bölücü terör örgütü saldırıları başladı.
Irak ve Suriye’de
yaşanan iç istikrarsızlıklar nedeniyle, 2014 yılından itibaren bölgedeki
güvenlik açığını değerlendirerek güç kazanan ve dış desteklerle
büyüyen DAEŞ terör örgütü ortaya çıkmıştır. DAEŞ, vahşi
terör faaliyetleri ile bütün dünyada ses getiren radikal bir
terör örgütü oldu.
FETÖ, halkın dinî
duygularını ve yardımseverliğini istismar ederek devletin pek çok kurumunda
gizli yapılanmalar gerçekleştirmiş bir terör örgütüdür. FETÖ, 1999
yılından beri ABD’nin Pennsylvania (Pensilvanya) Eyaleti’nde yaşayan Fetullah
Gülen’in liderliğinde kurulmuştur.
Bilim,
Sanat ve Spordaki Gelişmeler
1980’li yıllarda
Turgut Özal’ın liberal politikalarıyla Türkiye dünyadaki gelişmelere ve
rekabete açılmaya başladı.
1990’lı yıllarda
Televizyonların gelişmesi Türk sinemasını olumsuz etkiledi. Türk sinema
sektörü 1990’lı yılları ekonomik kriz içinde geçirdi.
2004’te, 5224 sayılı
“Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile
Desteklenmesi Hakkında Kanun” çıkarıldı.
1990’lı ve 2000’li
yıllarda Türkiye’de spor alanında önemli gelişmeler yaşandı.
Bulgaristan
Türklerinden Naim Süleymanoğlu, 1986’da Avustralya’da düzenlenen Dünya
Halter Şampiyonası’nda Türkiye Büyükelçiliğine sığınarak Türkiye’ye iltica
etti. Naim Süleymanoğlu halter kariyeri boyunca 46 dünya rekoru kırdı.
1999-2000 futbol
sezonunda UEFA Kupası’nda oynama şansını elde eden Galatasaray Futbol
Kulübü, bu kupayı kazanarak ilk kez bir Avrupa kupasını Türkiye’ye
getiren Türk takımı oldu.
2002’de Güney Kore
ile Japonya’nın ortaklaşa düzenlediği Dünya Kupası’na Türkiye A Millî Futbol
Takımı, 48 yıl aranın ardından turnuvaya ikinci kez katılma
başarısı gösterirken aldığı dünya üçüncülüğüyle de
tarihî bir başarıya imza attı.
Bilim alanında ise en
büyük başarı 1979’dan itibaren çalışmalarını ABD’de sürdüren
Prof. Dr. Aziz Sancar’ın, kanser hastalığı konusunda
yaptığı önemli çalışmalar sayesinde 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne
layık görülmesi oldu.
1990 SONRASI
DÜNYADAKİ GELİŞMELER
SSCB’nin
Dağılması ve Türk Cumhuriyetleri’nin Bağımsızlıklarına
Kavuşması SSCB’nin Dağılması
Soğuk Savaş’ın
taraflarından birisi olan SSCB, 1900’lü yılların son çeyreğinde
siyasi ve ekonomik olarak sorunlar yaşamaya başladı. Bu süreçte nükleer
silahlanma ve uzay çalışmaları SSCB ekonomisini olumsuz etkiledi.
SSCB’nin çıkmaza girmesi, Doğu Bloku’nun diğer ülkelerini de etkiledi
SSCB yönetimi,
1987’de Devlet Başkanı Gorbaçov’un açıkladığı Glasnost ve Perestroika
(Perestroyka) programlarıyla, Sovyet sisteminde şeffaflığa ve yeniden
yapılanmaya gidileceğini ilan etti. Demokratik uygulamalarla totaliter
yapı gevşetilerek toplumsal hareketlerin
yatıştırılması hedefleniyordu. Bu programlarla birlikte SSCB’yi oluşturan
cumhuriyetlerde SSCB’den ayrılmaya yönelik eğilimler güçlendi.
Gorbaçov, 1990’da
“Egemen Devletler Birliği Antlaşması” adımını attı. Bu
anlayışı eleştiren komutanlar Gorbaçov’a karşı bir darbe yaptı.
Boris Yeltsin,
darbeyi yapanlara karşı halkı direnmeye çağırdı.
Yeltsin’in çağrısıyla halk darbecilere karşı koydu. Olayın hemen
ardından SSCB yapısı içinde yer alan devletlerin tamamına yakını,
bağımsızlıklarını ilan ettiler.
19 Ağustos 1991’de
Kremlin Sarayı’na SSCB bayrağı yerine Çarlık Dönemi’nde kullanılan
Rus bayrağının çekilmesi ve ardından Sovyet Komünist Partisinin
faaliyetlerine son verilmesiyle SSCB resmen dağıldı.
25 Aralık 1991
tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Orta
Asya ve Kafkasya’da birçok devlet bağımsızlığını kazandı. Türkiye, bu
süreçte bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri’ni tanıyan ilk ülke
oldu.
Türkiye’nin
Bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan,
Azerbaycan ve Kırgızistan ile ortak bir dile, ortak bir hafıza ve ortak bir
kültüre sahip olması bu devletlerle olan ikili ve bölgesel ilişkilerin
güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
Türk İşbirliği
ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA)
Türkiye’nin SSCB
sonrası dönemde Orta Asya ve Kafkasya’da yapılacak faaliyetleri ve
dış politika önceliklerini uygulayacak, koordine edecek bir
organizasyon ihtiyacı doğrultusunda 1992’de Dışişleri Bakanlığına
bağlı olarak Türk İşbirliği ve Koordinasyon
Ajansı Başkanlığı (TİKA) kurulmuştur.
TİKA, 1999 yılında
başbakanlığa bağlanarak faaliyetlerini sürdürmüştür.
1995’e kadar Orta
Asya Türk Cumhuriyetlerinde ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetler yürüten
TİKA, o tarihten itibaren eğitim ve kültürel iş birliği çalışmalarına
ağırlık verdi.
Yurtdışı Türkler
ve Akraba Topluluklar Başkanlığı
6 Nisan 2010’da
başbakanlığa bağlı müsteşarlık düzeyinde bir kamu kurumu olarak Yurt
Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı kurulmuştur.
Kurumun görevi; yurt
dışındaki Türk vatandaşlarının, kardeş toplulukların ve
Türkiye’de öğrenim gören
uluslararası burslu öğrencilerin çalışmalarını koordine
etmek; bu alanlarda verilen hizmetleri ve yapılan faaliyetleri geliştirmek
olarak tanımlanmıştır.
Uluslararası
Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY)
Uluslararası Türk
Kültürü Teşkilatı 1993’te Azerbaycan, Kazakistan,
Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin Kültür Bakanlarının
imzalamış olduğu antlaşma ile kurulmuştur.
TÜRKSOY’un
kuruluş amacı Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini
güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya
tanıtmak için çalışmaktır.
TÜRKSOY’un 6 kurucu
üyesi ile beraber 8 tane de gözlemci üyesi bulunmaktadır.
Yunus
Emre Enstitüsü
Yunus Emre Vakfı,
Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel alışverişini artırıp dostluğunu
geliştirmek amacıyla 2007’de kurulmuş bir kamu vakfıdır.
Yunus Emre
Enstitüsünün yurt dışında 40’tan fazla kültür merkezi bulunmaktadır.
Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı
Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, Kırım Türk’ü düşünür İsmail
Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” ilkesini yaşama geçirmek
için Prof. Dr. Turan Yazgan tarafından kurulmuştur.
Vakıf, çalışmalarıyla
Türk Dünyası’nı Kültürel anlamda iş birliğine kavuşturmayı hedeflemektedir.
Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, Türk Dünyası’nın stratejik noktalarında eğitim
kurumları açmıştır.
Avrupa
Birliği (AB) ve Türkiye
Ankara Antlaşması,
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturmaktadır. Türkiye’nin
Avrupa Ekonomik topluluğuna (AET) uyum süreci antlaşmanın yürürlüğe girdiği 1
Aralık 1964 itibarıyla başlamıştır.
Türkiye-AB
ilişkileri, 1970’li yılların başından 1980’lerin ikinci yarısına kadar
Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı istikrarsız bir
süreç yaşamıştır.
12 Eylül 1980 Askerî
Darbesi’nin ardından AB ile ilişkiler resmen askıya alınmıştır. 1983’te
Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulmasıyla Türkiye dışa açılma sürecine
girmiştir.
Avrupa Ekonomik
Topluluğu, 1991 Maastricht (Mastrikt) Antlaşması ile Avrupa Birliği (AB)
adını almıştır.
Türkiye ile Avrupa
Birliği arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmiştir.
10-11 Aralık 1999’da
yapılan Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB’ye adaylığı resmen
onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve
kesin bir dille ifade edilmiştir.
17 Aralık 2004
tarihli Brüksel Zirvesi’nde, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha
yaşanmış ve zirvede Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde
karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te üyelik müzakerelerine
başlanması kararı alınmıştır.
Günümüzde de
müzakereler hâlâ devam etmektedir
Bosna
Savaşı ve Balkanlardaki Gelişmeler
Bosna Savaşı, 1 Mart
1992’den 14 Aralık 1995’e kadar sürmüş olan bir savaştır. Yugoslavya
Cumhuriyeti’nin 1990’larda dağılmasının ardından çıkmıştır.
Devlet
Başkanı Mareşal Tito’nun ölümünden sonra 1980’de Yugoslavya’yı
oluşturan federal devletlerarasındaki ilişkiler bozulmaya başladı. Oluşan
siyasi gerginlik sonucu 1990’da Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerden
birisi olan Slovenya bağımsızlığını ilan etti.
Slovenya’nın ardından
Hırvatistan ve Makedonya’nın da bağımsızlığını ilan etmesi üzerine
ağırlıklı olarak Sırplardan oluşan Yugoslavya ordusunun bu devletlere
saldırmasıyla Yugoslavya İç Savaşı başladı.
27 Kasım 1991’de
Bosna-Hersek kendi ülkesinin bütünlüğünü korumak için
bağımsızlığını ilan etti. Bosna-Hersek nüfusunun çoğunluğunu
oluşturan Boşnaklar ve Hırvatlar bağımsız bir devlet olarak tanınmak isterken
Bosna-Hersek’te yaşayan Sırplar ise Müslüman Boşnaklara karşı saldırılara
başladılar. Bosna’nın doğusundaki Srebrenica (Srebrenitsa) çevresindeki
Boşnak kasabalarına ve köylerine saldırdılar.
BM Güvenlik Konseyi
1993’te, Srebrenica’yı güvenli bölge olarak ilan etti ve bölgeye yönelik her
türlü silahlı saldırıyı yasakladı.
Radko Miladiç
komutasındaki Sırp güçleri, 1995’te BM komutasındaki 400 Hollandalı asker
tarafından korunan Srebrenica’da gerçekleştirilen katliama seyirci kaldı.
Sırplar, 11 Temmuz -17 Temmuz 1995 tarihleri arasında 8 binden fazla genç ve
yetişkin erkeği katlettiler. Bu hadise Srebrenica Soykırımı olarak tarihe
geçti.
5 Eylül 1995’te
ABD’nin girişimiyle savaşan taraflar Cenevre kentinde barış görüşmelerine
başladılar. Cenevre’de varılan antlaşmadan sonra Bosna-Hersek’teki üç toplumun
liderleri olan Aliya İzzetbegoviç Slobodan Miloseviç ve Franjo
Tudjman (Franko Tujman) ABD’nin Dayton (Deytın) kentinde 21 Kasım 1995’te
Dayton Barış Antlaşması’nı imzaladılar.
Orta
Doğu’da Meydana Gelen Başlıca Gelişmeler Siyonizm Sorunu ve Filistin
II. Dünya Savaşı’nın
bitmesinden sonra İngiltere’nin denetiminde olan Filistin topraklarına
Avrupa’dan büyük oranda Yahudi göçü gerçekleşti. 1948-1951
yılları arasında, Avrupa’daki Yahudi mültecilerin üçte ikisinden
fazlasını içeren 700 000’e yakın Yahudi, İsrail’e göç etti.
Bu göçlerden sonra
Filistin’de Yahudi-Filistin gerginliği başladı. II. Dünya Savaşı’nın
ardından İngiltere, Amerika’nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin
meselesini Birleşmiş Milletlere götürüp, meselenin çözülmesini istedi.
Birleşmiş Milletler, 1947′de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap
olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi.
Kudüs şehrine ise, BM denetiminde milletlerarası bir bölge
statüsü tanındı.
Yahudiler bu kararı
kabul ederken Araplar reddetti.
Yahudi liderler, 14
Mayıs 1948′de İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan ettiler. Ardından
Orta Doğu’nun en büyük sorunu olan ve günümüze kadar etkileri süren
Arap-İsrail çatışması ve Filistin Sorunu ortaya çıktı.
Ortadoğu’da yaşanan
bu gerginlik neticesinde 1948 Arap-İsrail, 1956 Mısır-İsrail,
1967 Arap-İsrail ve 1973 Arap-İsrail savaşları meydana geldi
1978’de Mısır
ve İsrail arasında imzalanan Camp David (Kemp Deyvid)
Antlaşması’yla İsrail ve Arap devletleri arasında bir daha
sıcak çatışma yaşanmadı.
Filistin’de başlayan
ve Filistin halkının başkaldırısı anlamına gelen ‘İntifada’ bu
mücadelenin en somut örneğidir. İsrail işgaline karşı Filistin
halkının başkaldırısı olan Birinci İntifada, 1987’de başladı. İkinci İntifada
ise 2000’den 2005 yıllına kadar devam eden Filistin ayaklanmasıdır.
Cezayir’de toplanan
Filistin Millî Konseyi, 15 Kasım 1988’de ilan ettiği bildiriyle Bağımsız
Filistin Devleti’ni ilan etti. Bağımsız Filistin Devleti’ni Türkiye dâhil
birçok ülke tanıdı.
ABD öncülüğünde
yapılan görüşmeler sonucunda 1993’te İsrail ve Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderleri barış antlaşması imzaladı.
2010-2011 yıllarında
başta Rusya olmak üzere Brezilya, Arjantin ve Şili, 1967 öncesi
sınırlarını esas alarak Filistin’i bağımsız bir devlet olarak kabul
ettiklerini dünyaya ilan ettiler.
Filistin Devlet
Başkanı Mahmud Abbas, bağımsız bir devlet olarak tanınmak için
Birleşmiş Milletlere resmen başvurdu. Yapılan oylamada başta Türkiye
olmak üzere 138 ülke evet oyu verdi ve Filistin, BM nezdinde bağımsız
bir devlet olarak kabul edildi.
Körfez
Savaşları I.Körfez Savaşı:
1990’lı yıllarda
Körfez Savaşı’nın çıkmasındaki temel neden Irak’ın komşusu Kuveyt’i işgal
etmesidir.
1980-1988 arasında
komşusu İran ile savaşan Irak, savaşın bitmesinin ardından silahlanmayı
artırdı. Kuveyt üzerinde hak iddia etmeye başladı. Böylece Irak-Kuveyt
ilişkileri gerginleşti.
Irak, 2 Ağustos
1990’da Kuveyt’i 19. İli olarak ilan edip, işgal etti. Kuveyt’in
işgali üzerine toplanan Birleşmiş Milletler, Irak’ı kınadı ve işgal
ettiği topraklardan kayıtsız şartsız çekilmesini istedi. Irak’ın BM
kararlarına uymayacağını açıkladı.
17 Ocak 1991’de
Irak’a karşı önce hava harekâtı ardından da kara
harekâtı başlatıldı. Irak ordusu mağlup oldu ve Kuveyt işgalden
kurtarıldı.Irak, 1991’de BM tarafından önerilen ateşkes
anlaşmasını imzaladı. Savaşın ardından Irak’ta iç karışıklık
baş gösterdi.
Irak’taki Baas
rejimine muhalif Kürt gruplar ülkenin kuzeyinde, Şii gruplar
ise ülkenin güneyinde ayaklanma başlattılar. Baas rejiminin şiddet
kullanarak bu gruplara saldırması üzerine, Irak birliklerinin 36.
paralelin kuzeyi ile 32. paralelin güneyine geçirilmeme şartı kabul
edildi.
Ateşkesi denetlemek
ve gerekirse müdahale etmek için ABD, İngiltere ve Fransa birliklerinden
oluşan uluslararası askerî bir kuvvet (Çekiç Güç) oluşturuldu.
Irak hükûmetinin
ülkenin kuzeyindeki kontrolü kaybetti. Boşluğu doldurması amacıyla bölgede
güçlenen muhalif Kürt gruplar, Irak’tan kopuş sürecine girdiler.
II. Körfez
Savaşı ve ABD’nin Irak’ı İşgali:
ABD, 11 Eylül 2001
yılında New York şehrinde bulunan Dünya Ticaret Merkezine yapılan
saldırıdan sonra, İngiltere ile birlikte teröre
karşı dünya çapında bir mücadele başlattığını ilan etti.
Bu doğrultuda teröre
destek verdiği iddiasıyla önce Afganistan’a askerî müdahalede bulunan ABD,
ardından Irak’a yöneldi.
ABD, Irak’ı kitle
imha silahları edinmek ve dünya barışını tehdit etmekle suçladı. ABD
yönetimi Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ve ailesinin Irak’ı terk
etmelerini istedi. Irak yönetimi ABD’nin bu uyarısını reddetti.
ABD’ye destek
olarak İngiltere, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Portekiz,
Danimarka, İtalya ve Macaristan’dan oluşan bir Avrupa koalisyonu
oluşturuldu. ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, 20 Mart 2003’te Irak’a
hava saldırısını başlattı.
22 Mart 2003’te ise
kara harekâtı başladı. ABD kuvvetleri, 9 Nisan 2003’te Irak’ın başkenti
Bağdat’ı işgal etti
Irak kuvvetleri ve
koalisyon güçleri arasındaki savaş, ABD Başkanı George W. Bush’un (Corç
Buş) 15 Nisan 2003 tarihinde kesin zaferin kazanıldığını ilan etmesiyle
son buldu.
Savaş sonucunda
Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin ve Baas rejimi devrildi.
Irak’ı işgal eden ABD, ülkeye geçici valiler atayarak ülkeyi
yönetmeye başladı.
13 Temmuz 2003’te ABD
nüfuzunda “Geçici Irak Yönetim Konseyi” oluşturuldu ve bu geçici konsey
Birleşmiş Milletler nezdinde tanındı.
Arap Baharı
Arap Baharı, 2010’da
Orta Doğu ülkelerindeki demokratik olmayan yönetimlere
karşı bu ülkelerin halkları tarafından daha çok demokrasi ve özgürlük
talebiyle başlatılan, protesto ve ayaklanmalarla gerçekleşen halk
hareketleridir.
Arap Baharı olarak
adlandırılan süreç Tunus’ta başladı. Bu sürece Yasemin Devrimi
adı verildi. Yasemin Devrimi’nden sonra Tunus’ta daha demokratik bir
yönetim kuruldu ve yeni bir dönem başladı. Tunus’ta başlayan olaylar diğer
Arap ülkelerine de yayıldı.
25 Ocak 2011’de
Mısır’ın en büyük meydanı olan Tahrir Meydanı’nda, Arap baharının esintileri
yayılmaya başladı. Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da açlık, işsizlik, yolsuzluk,
diktatörlük gibi benzer sorunlar sebebiyle halk isyan etmeye
başladı. Ülkede gitgide büyüyen isyan nedeniyle Hüsnü Mübarek’in
1981’de başlayan yönetimi, 11 Şubat 2011’de istifa etmesiyle son buldu.
Mısır’da yapılan demokratik seçimleri Muhammed Mursi kazandı. Muhammed Mursi,
Mısır’da demokratik seçimle başa geçen ilk cumhurbaşkanı oldu.
Mısır’dan sonra
Libya’da da protestolar başladı. Libya’daki protestolar bir süre sonra
demokratik gösterilerden Libya hükûmetine karşı silahlı bir
başkaldırıya dönüştü. Libya yönetiminin zayıflamasıyla muhalif güçler başkent
Trablus’u ele geçirdi. Libya Lideri Muammer Kaddafi, muhalif milisler
tarafından linç edilerek öldürüldü.
Arap Baharı’nın
etkileri Suriye’de daha sert ortaya çıktı. Ülkeye egemen Baas Partisi
yönetiminin demokratik olmayan ve baskıcı yönetiminden bunalan halk, rejime
karşı protestolara başladı. Devlet Başkanı Beşşar Esed yönetimindeki
Baas rejiminin protestolara karşı müdahalesi çok sert oldu. Suriye’de
iç savaş başladı.
Körfez ülkelerinden
Bahreyn ve Yemen’de de Arap Baharı’nın etkileri görüldü. Bu iki ülkede
protestolar bir süre sonra mezhep çatışmasına dönüştü. Suudi Arabistan’ın
müdahalesiyle Bahreyn’de muhalifler bastırıldı. Yemen’de durum Libya ve
Suriye’deki gibi bir iç savaşa dönüştü.
Not:
2010’da Tunus’ta başlayan değişimle Orta Doğu’da daha demokratik bir dönemin
başlayacağı düşünüldü. Fakat beklenen olmadı. Sürecin bazı ülkelerde
iç savaşa dönüşmesi bölgede istikrarsızlığa yol açtı.
11
Eylül Saldırıları ve Küresel Terör
ABD, II. Dünya
Savaşı’nın ardından SSCB ile birlikte küresel bir güç hâline gelmişti.
ABD, siyasi gücünü artırdığı ve tek kutuplu dünyada yön verici
bir ülke konumuna geldiği bir dönemde büyük bir terör
saldırısı yaşadı.
11 Eylül 2001
tarihinde ABD’nin New York kentinde bulunan Dünya Ticaret Merkezine, Washington’a
(Vaşingtın) ve Pentagon’a sivil uçakların kullanıldığı saldırılar
düzenlendi.
11 Eylül Saldırısı,
ABD sınırları içine doğrudan ABD’ye yapılan ilk saldırıydı. ABD
Başkanı George W. Bush (Corc W. Buş), saldırıyı ABD’ye yönelik bir
savaş ilanı olarak niteledi.
11 Eylül Saldırısı’nı
ülkesine bir savaş ilanı olarak kabul eden ABD yönetimi, saldırının
arkasında olduğuna inandığı ülkelere karşı savaş başlattı.
11 Eylül
Saldırısı’ndan sonra dünya siyaseti, Soğuk Savaş Dönemi’ndeki
Doğu-Batı Bloku çatışmasından küresel teröre karşı mücadele
anlayışı şekline dönüştü.
Irak
ve Suriye’de Yaşananlar Irak’taki Gelişmeler
Irak’ın 2003’te ABD
tarafından işgalinden sonra Irak’ın yeniden yapılandırılması süreci
başladı.
ABD tarafından
Irak’ın başına getirilen sivil yöneticiyle yönetimi paylaşacak olan Geçici
Hükûmet Konseyi tarafından 13’ü Şii, 5’i Sünni, 5’i Kürt, 1’i Türkmen ve
1’i Asuri olan 25 bakandan oluşan Irak Hükûmeti kuruldu.
ABD güçleri, yeni
Irak hükûmeti ile imzaladığı güvenlik antlaşmasıyla belli şartlarda
Irak’taki etki ve varlığını korumayı garanti altına alarak 2009’dan
itibaren askerlerini Irak’tan çekmeye başladı.
Yeni Irak hükûmeti
ülkede otoriteyi kuramadı. 2014’te Irak’ın en büyük kentlerinden Musul ve
Tikrit’in yanı sıra bölgedeki bazı kentlerde kontrolü ele geçiren
DAEŞ terör örgütü, hem bölge hem de Türkiye için büyük bir tehdit
hâline gelmiştir. Irak’ın bu durumu Türkiye için ciddi bir güvenlik sorunu
hâline gelmiştir.
Suriye’deki
Gelişmeler
Arap Baharı’nın
etkisiyle Suriye’deki tek partili Baas rejimine karşı başlayan
protestolar, rejimin sert tutumu sonucu bir iç savaşa dönüştü.
ABD, İran ve
Rusya’nın doğrudan ya da dolaylı yollardan destekledikleri gruplar
aracılığı ile Suriye’ye müdahale etmesi ülkeyi büyük bir yıkıma
sürükledi.
Suriye’de devlet
otoritesinin ortadan kalkmasıyla birlikte
DAEŞ terör örgütü güçlendi ve Türkiye için bir tehdit hâline
geldi.
Bunun yanı sıra
PKK’nın Suriye kolu olan PYD terör örgütü ülkedeki otorite boşluğundan
yararlanarak Suriye’nin kuzeyinde etkin hâle geldi.
DEAŞ terörü ile
mücadele bahanesi ile özellikle ABD tarafından silahlandırılan PYD
terör örgütü, Suriye’nin kuzeyini ele geçirerek devletleşmeye doğru gitmek
istedi. 24 Ağustos 2016’da Türk Silahlı Kuvvetlerinin Özgür Suriye
Ordusu (ÖSO) ile birlikte başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ile
PYD’nin uygulamak istediği planın önüne geçildi.
Azez, Cerablus ve El
Bab bölgeleri DAEŞ’ten temizlenerek huzur sağlandı.
Suriyeli Mülteciler
2011’de başlayan
Suriye olaylarının en büyük etkisi Suriye ile en uzun kara sınırına
sahip ülke olan Türkiye’de hissedildi.
Suriye’de yaşanan
insani bunalımın büyümesi sonucunda 2011’de 300-400 kadar Suriye yurttaşının
Hatay ili Yayladağı ilçesindeki Cilvegözü Sınır Kapısı’na doğru
hareketlenmesi, Suriye’den Türkiye’ye yönelik ilk
toplu göç hareketini oluşturdu.
2015 yılı itibariyle;
10 ilde 47.488 çadır ve bölme, 11.857 konteyner olmak üzere toplam 59.295
yerleşkede Suriyeli mülteciler barındırıldı.
Suriye’de iç
savaşın şiddetinin artması üzerine Türkiye’ye yapılan göçler artarak
devam etti. Türkiye, Suriyeli mülteci hareketini acil müdahale edilmesi gereken
bir durum olarak görmüş ve bu kapsamda AFAD’ı (Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı) görevlendirmiştir.
Türkiye, Suriyeli
mültecileri yalnızca mülteci kamplarında barındırmamıştır. 2016’dan itibaren
Suriyeli mültecileri Türkiye toplumuna kaynaştırma
projelerinin önü açılmıştır. Mülteciler, bütün bakanlık ve kurumların
stratejik planlarına dâhil edilmiştir.
Sizin Görüşünüz Bizim İçin Değerli!